Bugünkü rotamız Fransa’nın kuzeydoğusunda, Loren Bölgesi’nin başkenti olan Metz’e oldu. Mosella ve Seille nehirlerinin birleştiği noktada kurulan şehir, yaklaşık 3000 yıllık köklü bir geçmişe sahip.
Aracımızı Jardin de l’Esplanade de Metz’in altında bulunan otoparka bıraktıktan sonra gezimize başladık. İlk durağımız Mosel Nehri oldu. Nehir kenarında yat limanını ve turistik kayıkların kalktığı bölümü keşfettik. Ancak gittiğimiz dönem (Ağustos 2025) itibarıyla nehrin kirliliği oldukça fazlaydı. İsviçre gezimizin ardından açıkçası ne turlar ne de kayık kiralama yerleri ilgimizi çekti. Yine de burada ciddi bir turizm potansiyeli olduğunu söylemek mümkün.
Irmak boyunca yürüyerek Temple Neuf manzarasına ulaştık. Fotoğraf noktalarında güzel kareler yakaladıktan sonra, yolumuzun üzerindeki çok sayıda restoran ve fast-food noktası arasından geçerek Square du Luxembourg’a vardık. Çocukların gönlünü burada yaptıktan sonra katedrale doğru yürüyüşe geçtik.
Temple Neuf’un bulunduğu adada yer alan tiyatronun önündeki geniş alanda kurulan botanik bahçe de görülmeye değerdi. Burada ve Temple Neuf çevresinde birkaç kare daha fotoğraf çekip gezimize devam ettik.
Metz’in en ünlü yapısı olan Saint-Étienne Katedrali bizi karşısındaki meydandan tüm ihtişamıyla selamladı. İnşasına 13. yüzyılda başlanmış, 16. yüzyılda tamamlanmış bu görkemli yapı, Gotik mimarinin en önemli örneklerinden biri kabul ediliyor. Yaklaşık 6.500 m² vitray yüzeyiyle Avrupa’nın en büyük vitray alanına sahip katedrali olarak biliniyor. Bu nedenle “Dieu Lumière” (Tanrı’nın Feneri) olarak da anılıyor.
Devasa sütunları, yüksek kemerleri, ışık oyunları ve detaylı taş işlemeleriyle büyüleyici bir atmosfer sunan katedral; hem Metz’in en büyük simgesi hem de şehrin ruhunu yansıtan yapı. Bugün hem dini törenlere hem de kültürel etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Önemli mimarisi ve sanatsal değeri nedeniyle UNESCO Dünya Mirası aday listesinde yer alacak kadar kıymetli bir eser.
Katedralin çevresinde araç trafiğine kapalı Saint Jacques Caddesi bulunuyor. Buradaki kafelerde yöresel tatlılardan, özellikle meyveli tart ve çeşitli pastalardan tatmanızı mutlaka tavsiye ederim.
Son durağımız ise aracımızı bıraktığımız Jardin de l’Esplanade parkında denk geldiğimiz festival oldu. Çocuklar için ahşaptan yapılma oyuncaklar ve iki kişilik oyunlar, 90’lar kuşağından biri olarak beni çocukluğuma götürdü. Asıl ilgimi çeken ise, her oyuncağı detaylarıyla anlatan yaşlı insanların çocuklara bu oyunları tanıtıp devam ettirmeye çalışmalarıydı. Gelenekleri yaşatma çabalarını görmek çok kıymetliydi.
Aracımızla Metz’in kuzeybatısında, Seille Nehri’nin kıyısında yer alan Porte des Allemands’a uğradık. Orta Çağ’da inşa edilmiş olan bu yapı, 13. ve 14. yüzyıllarda güçlendirilmiş ve şehrin savunma sisteminin bir parçası olarak kullanılmış. Şehri hem Seille hem de Moselle nehirlerine bakan yönlerden gelebilecek saldırılara karşı koruyan kapı, kale ve köprüyü bir arada sunuyor. Özellikle iki büyük yuvarlak kule ve aralarındaki kemer dikkat çekiyor. Eskiden askerlerin ve nöbetçilerin konakladığı odalar bugün bazı bölümleriyle gezilebilir durumda. Kapının altından geçen köprü ve küçük hendek, Metz’in savunma sisteminin ne kadar detaylı olduğunu gösteriyor. Tarihe meraklı olanlar için mükemmel bir fotoğraf ve yürüyüş noktası.
Metz, tarihi dokusu, görkemli katedrali, nehir manzaraları ve geleneksel yaşamı bir arada sunan, keşfedilmeye değer bir şehir. Hem yetişkinler hem de çocuklar için farklı deneyimler barındırıyor. Nehrin kıyısındaki yürüyüşlerden katedralin ihtişamına, Saint Jacques Caddesi’nin tatlı molalarından Porte des Allemands’in tarih kokan atmosferine kadar her adım, şehrin zengin tarihini ve kültürünü hissettirdi. Metz, Fransa’nın kuzeydoğusunu gezmek isteyenler için mutlaka listede olmalı.